30 Haziran 2009 Salı

Bismillahirrahmanirrahim

Bismillahirrahmanirrahim

Aleyhisselam
Manası: Allahın selamı, onun üzerine olsun.

Aleyhissalatu vesselam
Manası:
Allahın salatu selamı onun üzerine olsun.

Sallallahu aleyhi ve sellem
Manası:
Allahu Teala, Ona salatu selam etsin.

Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed
Manası:
Allahım! (peygamberimiz) Hz.Muhammed'e ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim
Manası:
Ey Allahım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu selam eyle.(Rahmet et, selametlik ver.)

Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz: İhtiyarlık gelmeden gençliğin, hastalık gelmeden sıhhatin, fakirlik gelmeden zenginliğin, dünyada ahireti kazanmanın, ölüm gelmeden hayatın. Hadîs-i şerîf
Yapacağın her işi, önce düşün! Allahü teâlânın râzı olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç! Hadîs-i şerîf

Bir Müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp, Cuma namazına giderse, bir haftalık günahları affolur ve her adımı için sevap verilir. Hadîs-i şerîf

Çocuklarına Kur'ân-ı kerîm öğretenlere veya Kur'ân hocasına gönderenlere, öğretilen Kur'ânın her harfi için, 10 defa Kâ'be-i muazzama ziyareti sevabı verilir. Hadîs-i şerîf

Yâ rabbi! Sen benim rabbimsin, ben ise senin kulunum. Sen herseyi Yaraticisin, ben ise yaratilanim. Sen rizik verensin, ben ise rizik alanim. Sen mülkün sahibisin, ben ise kölenim. Sen kuvvet sahibisin, ben ise âciz ve zelîlim. sen zenginsin, ben ise sana muhtacim. Sen ezelî dirisin, ben ise ölüme mahkûmum, sen bakisin, ben ise fânîyim. sen kerem sahibisin, ben ise kötülenmeye lâyigim. Sen iyilik yapansin, ben ise kötülük isleyenim. Sen affedicisin, ben ise günahkârim. Sen büyüksün, ben ise hakirim. Sen kuvvet sahibisin, ben ise zaîfim. sen verensin, ben ise isteyenim. Sen emniyet verensin, ben ise korkanim, Sen cömertsin, ben ise dua edenim.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Rahmetinle benim günahlarimi affet. Suçlarimi bagisla.Amin.


Kur'an'da Şefaat, Ahirette Şefaat

Kur'an; şefaatı dünyevi manalarda ele alıp, kimlerin ve hangi varlıkların şefaatının geçerli olduğunu belirttikten sonra, Ahiret hayatında şefaatın gerçekleşmeyeceğini vurgulamaktadır. Ahirette şefaatın gerçekleşmesine engel teşkil eden faktörleri şu şekilde sıralamak mümkündür:


1- Kur'an; ahirette şefaatın olmayacağını vurgulamaktadır.

Kur'an: dünyaya ait şefaatın kaide ve kurallarını tesbit ederken, ahirette şefaatın olmayacağına da işaret etmektedir. "Kimsenin kimseden faydalanmıyacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmiyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korkun" ayeti, net bir üslupla ahirette şefaatın olmayacağını belirtmektedir. Aynı ifadelere, Bakara sûresindeki diğer bir ayette, "kimsenin kimse namına bir şey ödemiyeceği, kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatın yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korkun" denir. Bu ayetlerde zikredilen olgular, insanların dünyada, bir cezadan kurtulmak veya bir menfaat temin etmede kullandıkları olgulardır. Bu iki ayette, şefaat ve fidyenin yer değiştirmesi, dünya hayatında, bir kimsenin cezadan kurtulması veya isteğine ulaşması için bu olgulara verdiği önem sırasını belirtmektedir.

Allah'ın, aracılar vasıtasıyla günahkar müminlerin azaplarını kaldırarak cennete koyması şeklindeki bir şefaat anlayışını benimseyenler, bu ayetlerden bir önceki ayetlerde hitabın yahudilere olmasını gerekçe göstererek, şefaatın olmayışının yahudi ve hırıstiyanlara has olduğunu vurgulamışlardır. Bu ayetlerdeki ifadelerin yahudi ve hırıstiyanlara tahsis edilmesi imkansızdır. Bu tahsise olanak vermeyen nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

a- Bu ayetler; yahudiler ve hırıstiyanlar ile ilgili, tarihi bir vakıadan söz etmemekte, ahiretle ilgili genel prensiplerden söz etmektedir. İnsanlar ahirette, aynı kurallar altında, inanç ve inançsızlık yönünden yargılanacaklardır. Elbette; bu yargılamada, insanların kendi dinlerinde var olan bazı özel yasaklar ve emirler dolayısıyla da yargılanacaklardır. Bu emir ve yasaklara uygun hareket etme veya etmeme, inanç ve inançsızlıktan gelmektedir.

b- Bu ayetlerden bir önceki ayetlerdeki hitabın yahudilere olması, bu ayetin hükümlerini onlara has kılınmasını gerektirmez. Çünkü, aynı suredeki, "Ey İnananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatın olmayacağı günün gelmesinden önce, sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarf edin. İnkar edenler ancak yazık edenlerdir" ayetindeki hitap inananlaradır.

c- Bu ayetlerdeki şefaat hakkında inkarcı tutum yahudi ve hıritiyanlara has kılınırsa; ayetlerde şefaatla aynı kategoride ele alınan fidye, alışveriş, dostluk ve yardımın olmaması olgularının da onlara has kılınması gerekir. Bu durumda; müslümanların, ahiretteki azaptan kurtulmak için fidye, alışveriş, dostluk gibi metodları kullanarak, azaptan kurtulabilecekleri ortaya çıkmış olur ki, Allah'ın fidye karşılığı inanları azaptan kurtarması düşünülemez. Çünkü; diğer bir ayette, fidye tek başına yer almakta ve fidye ile azaptan kurtulanamayacağı vurgulanmaktadır.

d- Yahudilerin, ahirette, günahkarların günahlarından dolayı kazandıkları azabın, şefaatçılar vasıtasıyla affedilmesi şeklinde ahirete ait bir şefaat inancına rastlamıyoruz. Yahudilerin, ahiret gününe, cennet ve cehenneme inandıklarına Kur'an şu şekilde işaret etmektedir: "Yahudi ve Hırıstiyan olmayan kimse, elbette cennete giremiyecektir" derler. Bu onların kuruntularıdır. De ki, eğer sözünüz doğru ise, delillerinizi getirin." Fakat onlar, ahiretteki azabın sadece belirli günlerde kendilerine dokunacağına da inanmaktadırlar. "Ateş bize sadece birkaç gün değecektir" derler. Sor: "Allah katından bir söz mü aldılar?" Eğer öyle ise, Allah sözünden caymayacaktır. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz" Onların, kendileri için azabın bir kaç gün olacağı inançları, ileri sürülen bu gerekçeyi red etmektedir.

e- Bu ayetlerdeki hükümlerin yahudilere tahsisi, Musa'nın dinine uymuş ve ona tabi olmuş inananların da şefaattan mahrum edilmesi demektir. Bu tahsiste, Musa'nın şeriatını benimseyenler, şefaatın kapsamı dışında bırakılamaz. Çünkü; Allah'ın, bazı inananlara bu hakkı vermesi, bazılarını da bu haktan mahrum etmesi düşünülemez.

Meryem suresindeki; "Sakınanları o gün, Rahman'ın huzurunda O'na gelmiş konuklar olarak toplarız. Suçluları suya götürür gibi cehenneme süreriz. Rahman'ın katında bir ahd almış olandan başkası asla şefaatta bulunmayacaktır" ayeti ve Taha Suresindeki "O gün Rahman'ın izin verdiği, sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez" ayeti de, ahirette şefaatın varlığına delil olarak sunulamaz. Birinci ayette, şefaatta bulunmak için, Allah'tan ahit almak şart koşulmuştur. Ahirette şefaatta bulunmak için, Allah'tan ahit almış bir varlık bulunmamaktadır. İkinci ayette ise; Allah'ın, şefaatçının sözünden hoşnut olması şartı getirilmiştir. Bu ayetler, insanın, kıyamet gününde, amelleriyle baş başa kalacağını, hiç bir nesnenin insanların cezasını kaldırmaya güç yetiremeyeceğini vurgulamaktadırlar. Bu ayetlerde üzerinde durulan, kimin için şefaatçı olunacağı değildir. Ahiret günündeki olgulardan bahsedilen Sebe Suresinin son kısımlarında, "O göklerin, yerin ve her ikisi arasında bulunanların Rabb'idir. O, önünde kimsenin konuşmayacağı Rahman olan Allah'tır. Cebrail ve meleklerin dizi dizi durdukları gün, Rahman olan Allah'ın izni olmadan kimse konuşmayacaktır. Konuştuğu zaman da doğruyu söyleyecektir." Kıyamet gününde Allah'ın huzurunda konuşmasına izin verilen tek nesne, insanların organlarının kendileri hakkındaki şahadetleridir. Kur'an, buna şu şekilde işaret etmektedir: "İşte o gün, ağızlarını mühürleriz. Bizimle elleri konuşur. Ayakları da yaptıklarına şahitlik eder." Konuşma imkanı dahi verilmeyen melekler veya insanlar, nasıl olur da şefaatta bulunurlar?

Diğer taraftan; Meleklerin dünya hayatındaki şefaatları, günah işleyen inananların işlemiş oldukları günahları Allah'ın affetmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Fakat, Ahiret hayatında insanın günah veya sevap işlemesinin imkanı yoktur. Bu neden olmadan, yani günah işleyen insan olmadan, meleklerin şefaatının gerçekliliği imkansız olmaktadır.


2- Ahiret Gününde Allah'ın Otoritesi:

Allah; bu kainatın idaresi için belirli kanunlar koyduktan sonra (adetullah), bu kanunların devamlılığını da kendi fiillerinin bir parçası olarak tayin etmiştir. Hatta, Allah'ın bu kainatı sevk ve idarede bir anlık dalgınlığı, kainatın düzeninin bozulmasının nedeni olarak görülmektedir. İnsan ise; bu dünya hayatında, hal ve hareketlerinde özgürdür. İnsanın dünya hayatında yaptığı her şeyden sorumlu olması, onun davranışlarında özgür olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu dünyada filleri bakımından özgür olan insan, ahirette ise bu özgürlüğünü kaybetmektedir.

Allah: kıyamet gününün tek otoritesi kendisinin olduğunu belirtmektedir. "Din Gününde otorite onundur" ayetinde ahiret gününde sadece Allah'ın hakimiyetinin olacağı, diğer hiç bir varlığın hakimiyetinin olmayacağına işaret edilmektedir. Bu manayı ifade eden pek çok ayet bulmak mümkündür. "O gün onlar meydana çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. Bu gün hükümranlık kimindir?" denir. Hepsi "Gücü her şeye yeten tek Allah'ındır" derler." Ahirette şefaatın gerçekleşeceği inancı, bu otoriteyi Allah'tan başka varlıklara verilmesi demektir. Bu hakimiyeti sağlayan unsurları şu şekilde sıralayabiliriz:

a- Allah'ın İzin Vermesi:

İzin; bir konuda icazet vermek, onun mübah olduğunu belirtmektir. Bir şeyin gerçekleşmesine müsade etmeyi ifade eder. "Oysa, Allah'ın izni olmadıkça, onlar kimseye zarar veremezlerdi" ayetindeki izin, sihrin olumlu bir olgu olmamasıyla beraber, onun insanlar üzerindeki etkisine Allah'ın müsade verdiği anlamındadır. Aynı zamanda bir şeye izin vermek, dünyadaki hakimiyetin de bir parçasını oluşturmaktadır. Kur'an, sihirbazlar Allah'a iman ettiklerinde, Firavun'un "ben size izin vermeden mi siz ona inandınız" sözünü naklederek, izin vermenin, otoritenin bir unsurunu teşkil ettiğine işaret etmektedir.

Şefaatı Allah'ın iznine bağlayan ayetleri iki kategoride ele almak mümkündür: Birincisi; Şefaatçı için Allah'ın izin vermesi, ikincisi ise; Allah'ın şefaat edilecek kişi için izin vermesi. Allah, şefaatçı olmak için meleklere, şefaat edecekleri varlıklar için de mü'minlere izin verdiğini belirtmiştir.

b- Allah'ın Dilemesi:

Allah'ın dilemesi ve irade etmesi aynı anlamı ifade etmektedir.Bazı alimler ise; meşiet ve dileme arasında fark olduğunu, Allah'ın dilemesinin bir şeyin varlığını gerektirdiğini, Allah'ın iradesinin ise bir şeyin varlığını gerektirmediğini ileri sürmektedirler. Her ne kadar bu iki kelime arasındaki bu farka işaret etmese de; Allah'ın dilemesinin bir şeyin varlığını gerektirdiğinden hareketle, haklı olarak, Tekvir Suresi 29. ve İnsan Suresi 30. ayetlerdeki Allah'ın dilemesini, "Allah sizin dilemenizi dilemesi, iradenizi irade etmesiyle siz diliyorsunuz" şeklinde izah etmektedir.

Kur'an'da, Allah'ın dilemesi, onun kudretinin ve mutlak hakimiyetinin bir göstergesi olarak yer almaktadır.

"Allah dilediğine ve razı olduğuna izin vermediği müddetçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaatı fayda vermez" ayeti ile, meleklerin şefaatının, Allah'ın izin verdiği ve dilediği kimselere fayda vereceğine işaret edilmektedir. Meşietin ifade ettiği "bir şeyin varlığının gerçekleşmesi" manasından hareketle, bu ayeti, "Allah meleklerin, mü'minler için şefaat etmelerini dilemiştir" şeklinde anlamak mümkündür. Aynı zamanda bu ayet; "melekleri ilahlaştıran ve onlara tapınan müşrikler için şefaatın olmadığına" işaret etmektedir.

c- Allah'ın Razı Olması:

Bir şeyden razı olmak da hakimiyetin ayrılmaz bir parçasıdır. Ayetlerde Allah'ın razı olması, meleklerin şefaat edecekleri varlıklardan razı olması şeklinde yer almaktadır. "Allah, onların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. Onlar Allah'ın razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler" ve "Allah, dilediğine ve razı olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaatı fayda vermez." Her iki ayette de, meleklerin şefaatının melekleri tanrılaştıran müşrikler için olmadığı, fiillerinin şirk olması dolayısıyla Allah'ın onlardan razı olmayacağı belirtilmektedir. Allah'ın razı olduğu kimseler ise mü'minlerdir.



3- Allah'ın va'di değişmez.

Kur'an; Allah'ın vadini ve va?dini değiştirmeyeceğini vurgulamaktadır. "Senden, başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah sözünden asla caymayacaktır" ayetindeki vad, vaid (tehdit) kelimesinin ifade ettiği manayı içermekte ve Allah'ın vaidinden dönmeyeceğine işaret edilmektedir. Aynı üslup, "Cennetlikler cehennemdekilere, "biz Rabb'imizin bize vad ettiğini gerçek bulduk. Rabbinizin size vad ettiklerini gerçek buldunuz mu?" diye seslenirler. Onlar da; "Evet" derler" ayetinde de mevcuttur.

Bazıları Arap lügatında ve arapların nazarında vaidden dönmenin yalancılık değil de bir fazilet olmasından ötürü, Allah'ın vaidini değiştireceğini ifade etmektedirler. Her ne kadar arap dili ve kültürü açısından, tehditten dönmek bir fazilet kabul edilse bile, Kur'an; "Allah'a verdikleri sözden döndükleri ve yalancı oldukları için, Onunla karşılaşacakları güne kadar, Allah kalplerine nifak soktu." ayetiyle, sözden dönmenin fazilet değil, yalancılık olduğuna işaret etmektedir. Yalancılık, insanlar için kötü bir sıfat olarak nitelendirilirse, Allah için nasıl fazilet olarak kabul edilebilir?

Allah'ın vaidinden dönmesi caiz olursa, vadinden dönmesi de caiz olur. Çünkü; Vad ve vaid kelimeleri birbirinin zıddı olan iki kelimedir. Vad; gelecekte insanları faydalı olan bir şeye ulaştırmayı, vaid ise, gelecekte insanları zararlı olan bir şeye ulaştırmayı içeren haberlerdir. Bu iki kelimenin zıddı da sözden dönmektir. Allah'ın vaidinden döneceğini ileri sürmek, Allah'ın Kur'an'da açıkladığının zıddına müslümanlara sorumluluk yüklemesi demektir.

Allah; insanların verdiği sözü yerine getirmemelerinin kötü bir fiil olduğuna işaret etmektedir.Yeminlerinden dolayı insanların sorumlu tutulması buna bir örnektir. "Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile yaptığınız yeminlerinizden dolayı hesap sorar... Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun." Bu ayette yeminlerinden dolayı müslümanların sorumlu tutulması, sözlerine Allah'ı şahid tutmakla birlikte, sözlerini yerine getirmemelerinden ötürüdür. Çünkü, yeminlere bağlı kalındığında, bir sorumluluk olmadığı gibi, keffaret de gerekmemektedir. Aynı şekilde; "Ey İnananlar! Yapmadığınız şeyleri niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapmadığınız şeyleri yaptık demeniz, Allah katında büyük gazaba neden olur." Bir insanın yapmadığı şeyi yaptım diye söylemesi Allah'ın gazabına neden olduğu gibi, yapmayacağı şeyi söylemesi de Allah'ın gazabına neden olur. Çünkü, her ikisi de yalancılığa işaret etmektedir.

Vaid bildiren ayetlerin, yine Kur'an ile tahsisi caizdir. "Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası içinde temelli kalacağı cehennemdir" ayeti, "kim bir müslümanı öldürmeyi helal kabul ederek öldürürse" anlamındadır. Çünkü, diğer ayetler, büyük günah işleyeni mümin olarak nitelendirmektedir.



4- "Ahirette şefaat" anlayışının temelleri

Çeşitli fırkaların ahirete ait şefaat anlayışının temelleri için pek çok fikir ileri sürülmüştür. Wensick'e göre; sünni cemaatın şefaat fikrini benimsemesi, "Hıristiyan fikirlerinin tesirinde olduğu kadar, kadere mukabil bir şey bulmak ihtiyacından" ileri gelmiştir. Watt'a göre; "Hz. Muhammed'in kendi ümmetinin günahkarlarına şefaatı akidesi, aşırı ahlaki ciddiyetin sebep olduğu ümitsizliği def etmek maksadına hizmet etmiştir." Müslümanların Peygamber'e şefaat yetkisi vermelerinin sebebi, insan psikolojisinden kaynaklanan, kendilerinden olan Peygamber'e duyulan daha çok güven olgusu olsa gerektir.



SONUÇ

İslam kültüründe, şefaat konusunda iki temel eğilim hakim olmuştur. Birincisi; haricilerin ortaya attığı, mutezilenin de kabul ettiği, şefaatın inananların cennette derecelerinin yükseltilmesi ve sevaplarının artırılması şeklinde olduğudur. İkincisi ise; mürcie?nin ortaya attığı, şia ve ehl-i sünnetin kabul ettiği, büyük günah sahibinin cezasının kesintiye uğrayarak cehennemden çıkarılarak cennete sokulmasını içermektedir. Bu görüşlerin temeli, o mezhebin iman konusundaki düşüncesine kadar uzanmaktadır. Amelleri imandan bir cüz olarak kabul eden, şirk haricindeki diğer günahları işleyenleri Allah'ın af etmesinin mümkün olmadığını ve büyük günah sahibinin azabının devamlı olacağını ileri sürenler birinci görüşü, imanın tasdikten ibaret olduğunu, şirk haricindeki büyük günahların imanı ortadan kaldırmadığını ve onun azabının devamlı olmadığını kabul edenler ise ikinci görüşü benimsemişlerdir.

Şefaatı konu alan ayetleri üç kategoride ele almak mümkündür. Birincisi; Kur'an'ın indiği ortamdaki, şirk şeklinde gerçekleşen müşrik arabların inançlarının yanlışlığını bildiren ayetlerdir. Bu ayetlerde, o kültürlerde var olan ve hakimiyeti Allah'tan başka varlıklara veren inancın reddedildiğini ve Allah'ın otoritesinin ön plana çıkarıldığını görmekteyiz. İkincisi; şefaatın geçerli olduğu alanları belirleyen ayetlerdir. Bu ayetler; meleklerin şefaatı, insanların birbirlerine günahlarının bağışlanması için duaları ve sosyal hayatta şefaatın mümkün olduğuna işaret etmektedir. Meleklerin şefaatı; dünya üzerinde yaşayan inananların günahlarının bağışlanması şeklinde gerçekleşmektedir. İnananların günahlarının bağışlanması için, kendileri Allah'a dua edebilecekleri gibi, Peygamber ve diğer insanların da onlar adına dua etmeleri mümkündür. Sosyal hayattaki şefaatta ise; insanların haklarını korumak, haksızlığa uğrayan insanların haklarının verilmesi v.s. gibi alanlarda şefaat güzel karşılanmış; şefaatla başkalarının haklarına tecavüz edilen alanlarda ise şefaat kötü karşılanmıştır. Bu tür şefaatta ise; şefaatçının şefaat ettiği konun mahiyetine göre, şefaatçıya sorumluluk yüklenmiştir. Üçüncüsü ise; Ahirette bütün varlıkların şefaatının geçerli olmadığını bildiren ayetlerdir. Bu ayetlerde ise; Ahiret Gününde Allah'tan başka hiçbir otoritenin bulunmadığı, hakimiyetin kesinlikle Allah'a ait olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte, insanların dünya hayatında, cezadan kurtulmak için yöneldikleri, şefaat, fidye, rüşvet v.s. gibi olguların ahirette mümkün olmadığı, ahiretteki yerinin herkesin kendi kazancı doğrultusunda belirleneceği vurgulanmaktadır.

Ahirette şefaatın imkansız olduğunu belirten pek çok akli ve nakli delil ileri sürmek mümkündür. 1- Kur'an ayetleri açık ve net bir şekilde ahiret hayatında cezadan kurtulmak için şefaatçıların fayda vermeyeceğini belirtmektedir. Bu ayetlerin ifade ettiği manaların inkarcılara şefaatın olmayacağı şeklinde tahsis etmeye imkan yoktur. 2- Allah'ın va'di ve vaidi değişmez. Eğer Allah'ın va'dini değiştirmesi caiz olursa, vaidini değiştirmesi de caiz olur. Bu, Allah'ın insanlara Kur'an'da belirlemediği sorumluluklar yüklemesi anlamına gelir ki bu da imkansızdır. 3- Kur'an ayetleri, her insanın sadece kazandıklarının karşılığını göreceğini, Ahirette hiç bir nefsin diğer bir nefisten faydalanmasının mümkün olmadığına işaret etmektedir. Şefaat, ise bu prensip ile çelişmektedir. 4- Kıyamet gününde, Allah'tan başka otorite yoktur. Allah, Dünya hayatında, dilemesi, izin vermesi, razı olması, irade etmesi v.s. sonucu insana özgürlük vermiştir. Ahirette ise; İnsanlar bu özgürlüklerinden yoksundurlar.

İnsanın kulluk bilincinin zayıflaması sonucu içine düştüğü günahlardan kurtulması, ancak dünya hayatında mümkündür. Ölümden sonra, insan için yapılan hiçbir iyilik fayda vermediği gibi, onun günahlarından kurtulması için gösterilen çabaların da hiç bir değeri yoktur. İnsanın günahlarından dolayı kazandığı cezadan kurtulmasının en güzel yolu tövbedir. Şefaat, aracılar vasıtasıyla cehennemden çıkarılmayı içermesine karşın, tövbe ; insanın kendi fiili sonucu hiç cehenneme gitmemesini içermektedir. Bununla birlikte, günahlardan kurtulmanın bir diğer yolu, Allah'ın belirlediği güzel fiilleri yapmaya devam etmektir. Bu durumda, inanan insanın günahlardan dolayı kazandığı cezalar, iyiliklerden dolayı kazandığı sevaplarla örtülmektedir.

25 Haziran 2009 Perşembe

Resimli ayet hadisler

Resimli ayetler

ESMA-ÜL HÜSNA ( ALLAH'IN 99 İSMİ) VE TÜRKÇE KARŞILIĞI

1-ALLAH Her şeyin gerçek mabudu
2-RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran
3-RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek
4-MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı
5-KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran
6-SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan
7-MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren
8-MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolu altında tutan
9-AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan
10-CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran
11-MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi
12-HALİK Her şeyi yoktan yaratan
13-BARİ Eşyayı ve herşeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan
14-MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren
15-GAFFAR C.C. Çok affeden
16-KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden
17-VEHHAP Bol bol hediyeler veren
18-REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran
19-FETTAH Her şeyi hikmetle açan
20-ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen
21-KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan
22-BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten
23-RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden
24-RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten
25-MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren
26-MÜZİLL İstediğini zelil kılan
27-SEMİ Gizli açık her sesi işiten
28-BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören
29-HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren
30-ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez
31-LATİF Lutfu keremi bol olan
32-HABİR Her şeyden haberdar olan
33-HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden
34-AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen
35-GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan
36-ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan
37-ALİYY Her şeyiyle yüce olan
38-KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur
39-HAFIZ Her şeyi muhafaza eden
40-MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren
41-HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören
42-CELİL Yücelik ve ululuk sahibi
43-KERİM İyilik ve ikramı bol olan
44-RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü
45-MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren
46-VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan
47-HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan
48-VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven
49-MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz
50-BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten
51-ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören
52-HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit
53-VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan
54-KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan
55-METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen
56-VELİY Müminlerin dostu olan
57-HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan
58-MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen
59-MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan
60-MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten
61-MUHYİ Canlılara hayat veren
62-MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan
63-HAYY Gerçek hayat sahibi olan
64-KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan
65-VACİD C.C. İstediğini bulan
66-MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi
67-VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan
68-SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil
69-KADİR Sonsuz kudret sahibi olan
70-MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten
71-MUKADDİM Dilediğini öne geçiren
72-MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan
73-EVVEL Herşeyden önce olan
74-AHİR Herşeyden sonra olan
75-ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen
76-BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan
77-VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan
78-MÜTEALİ Ali, büyük
79-BERR Herkesten fazla iyilik yapan
80-TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden
81-MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran
82-AFÜVY Kullarını çok çok affeden
83-RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen
84-MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır
85-ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi
86-MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun
87-CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan
88-GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan
89-MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan
90-MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan
91-DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan
92-NAFİ Faydalı şeyleri yaratan
93-NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri
94-HADİ Kullarına hidayet veren
95-BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen
96-BAKİ Varlığının sonu olmayan
97-VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi
98-REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran
99-SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden
C.C.(Celle Celalühü)

19 Haziran 2009 Cuma

15 Haziran 2009 Pazartesi

Ankebut: Kur'an-ı Kerim'in Issız Derinliği ve Sembolik Analizi

F. H. Yalçınkaya
Şıra Yayınları;
İstanbul, 2009, 14 x 20 cm, 373 sayfa, Türkçe, Karton Kapak.
ISBN No: 9786054182060
Tasavvufta, 'Kur'an'ın özü Fatiha Suresi, Fatiha'nın özü Besmele'dir. Besmele'nin de özünü ararsan 'Be' harfinin altındaki noktadır' denir. Hatta Hz. Ali bir sözünde şöyle der: 'İlim bir noktadan ibaretti onu cahiller çoğalttı.'

Bu nedenle kitap, önce Besmele'nin yani her gün ezbere kullandığımız Bismillahirramanirrahim kelimesinin arkasındaki gerçekleri ortaya koyarak başlamaktadır. Yani bir anlamda giderek büyüyen bir cahilliğin izini sürerek, mümkün olduğunca saf gerçeğin perdesini aralamaya çalışmaktadır. Öyle ya Kur'an'ı anlayacaksak, önce bu noktanın nasıl bir şey olduğunu anlamamız gerekir.

Kitap, daha sonra altı surenin yani; Kur'an'ın ilk suresi olan Alak Suresi, Tarık Suresi, İbrahim Suresi, Neml suresi, Ra'd Suresi ve Kehf Suresi'nin açıklamaları ile devam etmektir. Ayet ayet açıklanan bu sureler, harici yani şekli ya da cümlelerin çeviri anlamlarının çok ötesinde bâtınî anlamlar içermekte, verilen bilgilerde anlam derinlikleri ön planda tutularak, günümüz insanına mümkün olduğunca açık bilgiler verilmeye özen gösterilmektedir.

Sahife-i Seccadiye ve Türkçe Açıklaması

İmam - ı Zeynelabidin; Çeviren: Abdülaziz Hatip
Nesil Yayınları;
İstanbul, 2009, 14 x 20 cm, 512 sayfa, Türkçe, Karton Kapak.
ISBN No: 9789752 697003
'Sahife-i Seccadiye' adıyla tanınan bu eser, bir duâ kitabıdır. Ancak, aynı zamanda İmam Ali Zeynelabidin`in, hayatın maddî ve manevî her cephesiyle ilgili görüş ve kanaatlerine ilişkin bilgiler ihtiva etmektedir. Yüce Allah ve sıfatları hakkında bilgi, Allah`a karşı hamd ve şükür görevinin yerine getirilmesi, dünyanın mahiyeti, dünya malı ve zenginlik, ibadet hayatı, anne baba ve çocuklara karşı görevler, şeytana karşı alınacak tavır, günah ve tövbe, hayat ve ölüm, Cennet ve Cehennem, amel defteri ve hesap, kul hakkı, güzel ve kötü ahlak vs. ile ilgili görüşlerini güzelce yansıtmaktadır.

Eserin lafızlarının güzelliği, mânâlarının etkinliği, içeriğinin yüceliği, Allah`a karşı türlü ifadelerle tezellülün dile getirilişi, medh ü senada bulunulması, af ve kereminin dilenmesi, yalvarılıp yakarılması vs. onun gerçek kaynağına en güzel işarettir. Bu yönleriyle Ehl-i Beyt ilminin en özlü ve kapsamlı kaynağıdır. Bu inci ancak o deryadan, bu cevher o madenden ve bu meyve o bahçeden çıkabilirdi.

Dualarda sık aralıklarla Hz. Peygamber (a.s.m.) ve Ehl-i Beyt`ine salavat getirilir; yani rahmet okunur. Bunun hikmeti, Hz. Peygamber`in (a.s.m.) duayı, teşek¬kürü fazlasıyla hak etmesi hasebiyle salâvâtın makbul bir dua olması, dola¬yısıyla ardından yapılan diğer duaların da kabulüne vesile olmasıdır.




İslamiyetin düşünmeye ve araştırmaya bakışı nasıldır ?

İnsanı bilgiye ulaştıran yollardan birisi, gözlem yapmaktır. İnsan, kainattaki olayların bir izleyicisi ve gözlemcisidir. Kainat, okunmayı bekleyen mana dolu bir kitaptır.

“Göklerde ve yerde neler var, bakın!” (1)

“Onlar üzerlerindeki gökyüzüne bakmadılar mı ki, biz onu nasıl bina etmişiz ve süslemişiz.” (2)

Allah’ın rahmet eserlerine bak! Ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltiyor...” (3) şeklinde pek çok ayet, insanın müşahede (gözlem) vazifesine dikkat çeker. Fakat, herkes bu müşahedeyi yapamaz. Ayetin belirttiği gibi, göklerde ve yerde nice ayetler (ibretli şeyler) vardır ki, insanlar onlara uğrar, geçer giderler.” (4)

Bakmak ayrı, görmek ayrıdır. Herkes kainata bakar ama, herkes kainattaki sırları, manaları göremez. “Onları sana bakar görürsün. Halbuki onlar görmezler” (5) ayeti, bakmak ve görmek arasındaki farka işaret eder.

Başkasının göremediğini görenler, kainat kitabının sırlarını elde ederler. Mesela, suda hafifleştiğini hisseden Arşimet, suyun kaldırma kuvvetini bulur. Başına düşen elmadan ilham alan Newton, yerçekimi kuvvetinin farkına varır. Kuşların kanat yapılarını inceleyen bilim adamları, bu bilgilerini uçak sanayiinde kullanarak, insanoğlunu kuşlara arkadaş yaparlar.

İnsan, dikkatle aleme baksa, her şeyden ibret ve ders alabilir. Kalbinde hayat olan ve alemi ibretle temaşa eden zatlar, her şeyden bir ders alabilirler. Her şeyi abes gören ve küfrün karanlıkları içinde yoluna devam edenler ise, bu engin ve zengin manalardan mahrum kalırlar. Kur’an-ı Kerim, böyleleri için “kör” tabirini kullanır.

“Kim bu dünyada kör ise, ahirette de kördür.” (6)

“Gerçek şu ki, körlük gözün körlüğü değil, sadırlardaki kalplerin körlüğüdür.” (7)

“Beni hatırlamaktan yüz çeviren kimse için sıkıntılı bir hayat vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz. Der ki: Ya Rabbi, niçin beni kör olarak haşrettin. Ben (dünyada) görüyordum. Cenab-ı Hak der: Evet, görüyordun. Ayetlerimiz sana geldi de, sen onları unuttun. Bugün ceza olarak unutulacaksın.” (8)

“Basar” gözün görmesi, “Basiret” kalbin görmesidir. Basarı, olmayanlar eşyayı göremez. Basireti olmayanlar da, eşyanın hakikatini müşahede edemez.

Kaynaklar:
1. Yunus, 101.
2. Kaf, 6.
3. Rum, 50.
4. Yusuf, 105.
5. A’raf, 198.
6. İsra, 72.
7. Hacc, 46.
8. Taha, 124-126.



13 Haziran 2009 Cumartesi

Fotoğraflanmış Mucizeler..

Giresun'un Doğankent İlçesi'nde Fatma Şahan isimli kadının Ramazan ayı
nedeniyle açtığı yufkanın üzerindeki Arapça 'Allah' yazısı görenleri şaşırtıyor.



Türk bir arıcının bulduğu bal peteğinde de "Allah" yazısını görüp de
inanmamak mümkün değil.



İzmit'te bir vatandaşa Mekke'den getirilen hurmanın üzerinde Arapça harflerden
oluşan ''Allah'' yazısı bulunuyor.

İzmit'te ismini vermek istemeyen bir vatandaşa Mekke'den getirilen hurmanın bir
tarafında ''Allah'' yazısı belirgin bir şekilde görülüyor.

Hurmada yine Arapça harflerden oluşan, ancak belirgin olmayan şekilde ''Muhammet''
yazdığı tahmin ediliyor.

İzmitli vatandaş, Mekke'den hurma geldiğini, yıkamak için tabağa koyduğunda yazılı
hurmanın tezgahın üzerine düştüğünü belirterek, ''Hurmaya dikkatli baktığımda
üzerindeki yazıları gördüm ve çok şaşırdım. Şimdi bu hurmayı saklıyorum'' dedi.


Kayseri Müftüsü Necmettin Nursaçan, bu durumun Erciyes’e kutsallık anlamı yüklemeyeceğini belirterek, Allah’ın kudretinin heryerde olduğunu ve yazının normal karşılanması gerektiğini söyledi.


Önceki yıllarda da Erciyes’te karların erimesi sonucu ortaya çıkan ‘Allah’ yazısı bu yıl görüldü. Kent merkezinden rahatlıkla görülebilen karlarla kaplı zirve kısmına yakın yerde arapça ‘Allah’ yazısının belirmesini vatandaşlar şaşkınlıkla izledi.






Kabe'ye Dönmüş Rükûdaki Ağaç!!

Sidney yakınlarındaki bir ormanda bulunan bir ağacın alt kısmı yaradana ibadet ederken bizlerin rükû halinde aldığımız pozisyonda bulunmuştur
Daha detaylı baktığımızda insan şeklindeki ağacın ellerinin dizlerinde olduğu da açıkça görülmektedir. Daha ilginci ise ağacın yüzünün Kâbe'ye dönmüş olmasıdır.


Yine Türkiye'de bir çiftçinin rastladığı domatesin ortasında "Allah" yazdığı açıkça görülmekte.

"Kan Aglayan Agac" Imam Huseyin'nin sehit edildigi gun (Asure Gunu) Bu agac kan aglar. İranın Gazvin şehrinde bulunan bir çınar ağacıdır.